Hafız M. Hulusi Karadeniz 05/10/2021 – Yayınlanan: Karadeniz Sahaf

Yazan/Hazırlayan : İshak Güven Güvelioğlu

Dedesi Hasanefendizade ailesinden Gemi ustası Molla Tâhir, babası müstantik (sorgu hakimi) Salih Efendi’dir. 1295 (1879) yılında Rize’de doğdu.[1] Babasının genç yaşta vefatı üzerine kendisinden iki yaş büyük ağabeyi Osman ile yetim kaldı. 12 yaşında hafızlığını tamamladıktan sonra Rize Medresesinde tahsile başladı. Ayrıca Rize Liman reisi Hemşinli Hafız Yusuf Efendi’den[2] Farsça dersleri aldı. Fars ve İran edebiyatını o kadar iyi öğrendi ki henüz genç yaşında şehir merkezinde bulunan Altıkulaçzade Medresesinde Tuhfe-i Vehbî, Pend-i Attar, Gülistan ve Hafız-ı Şirazî kitaplarını okuttu.[3]

Kısa bir müddet Rize Nafia Dairesi’nde memurluk yaparken kendisini yetiştirdi ve Adliye’de imtihan vererek davavekili (avukat) şehadetnamesi aldı.[4] Bundan sonra Rize’de avukatlık yapmaya başlayınca çevresinde Davavekili Hafız Hulusi Efendi namıyla şöhret buldu.

Rize’de İdâdi seviyesinde bir mektep açılması için çok gayret gösteren Hulusi Efendi’nin bu isteği 1910 yılında gerçekleşti.[5] Kendisi de fahri olarak mektebin kâtipliğinden başka tarih, coğrafya ve hüsnühat muallimliklerini üstlendi. Bu sırada İran edebiyatından tercümeler yapmaya başladı ve Tebrizli Saib’in 206 beytini tercüme ederek 1912 yılında Mücevherat-ı Saib-i Tebrizî adıyla yayınladı.

Çok yönlü bir insan olan Hulusi Efendi aktif olarak sosyal çalışmaların içinde yer aldı. Türk Donanmasını güçlendirmek için kurulan Donanma Cemiyeti 1912 yılında bir yardım kampanyası düzenleyince cemiyetin Rize merkez şubesi de yardım toplama çalışmalarına katılmıştı. Cemiyetin tayyare satın alınması için düzenlediği ianesi kampanyasına Rize Adliye memurları ile davavekilleri 1.454 kuruş ile destek olmuş, Hulusi Efendi de bu kampanyaya 108 kuruş bağışlamıştı.[6] Bu yıllarda Batum’un iklimi ile Rize’nin ikliminin bir birine benzediğini düşünerek Rize’de çay yetiştirmeye teşebbüs etti. Bunun için Batum’dan getirdiği çay tohumlarını kendi bahçesine dikti ve yetiştirdi. Böylece Rize’de bireysel olarak çay yetiştiriciliğinin öncüsü oldu.[7]

Birinci Cihan harbinin başlangıcında 1914-1916 yıllarında Rize Hastahanesi Müdürlüğü görevinde bulunan Hulusi Efendi Rize’nin Ruslar tarafından işgali üzerine Samsun’a göç etti. Burada bulunduğu altı ay sırada Muhacirîn memurluğu yaptı. 1917 yılında buradan Tekirdağ Belediye reisliğine tayin edildi. İki sene kadar bulunduğu bu görevden belediye reislerinin seçimle tayini kararı üzerine ayrıldı. Bundan sonra Tekirdağ’da İane Dairesi, Tehcir Muamelat-ı Tedkik Komisyonu azalığı ve Davavekilliği yaptı.[8] 1919 yılında yörenin önde gelenleri ve aydınlarının talebiyle Tekirdağ mebusluğuna aday oldu. Bu sırada 7 Teşrinievvel 1335 (7 Ekim 1919)’de Tekirdağlılara hitaben iki sayfalık bir beyanname yayınladı. Beyannamede mebusluğa aday olma sebebini şu şekilde ifade etti:[9]

Şimdiye kadar bulunduğum hidemât-ı metnû’a-i devlette ve meslek-i vekâlette ve ale’l-husus merkez livâ belediye riyasetinde ve gerek iane dairesiyle tehcir muamelât-ı tedkik komisyonundaki hidemât-ı nâcizanemden dolayı şayân-ı şükran bir halde ibraz buyurulan asâr-ı tevcih ve itimad üzerine ahâlî-i muhteremeden yüz elliyi mütecaviz eşraf ve muteberân ve münevverân-ı memleketin tanzim eylediği varaka-i intihâbiye ile Tekfurdağı Sancağı mebusluğuna namzedliğim vaz’ edilmiştir.

Lazistan Sancağı gibi fedakârân-i vatan mecma’ında yetişmiş, mazisi şaibeden ârî evlâd-ı vatandan bulunduğumdan bahş edilecek bu vekâlet-i milliyenin tecellisi ve memleketin hâl ve âtisi için muktezî-i metâlibin istihsali uğrunda gösterdiğim esâsat dairesinde yirmi beş senelik tahsil ve tetebbuat-ı ilmiye ve kanûniyemin verdiği kuvvetle avn-i Hudâ’ya ve meded-i celil-i Fahru’l-enbiyaya istinaden çalışacağımı ve hiçbir fırkaya mensup olmadığımı arz eylerim.

Bu beyannameden kısa süre sonra Tekirdağ’da fazla kalmayan Hulusi Efendi Rize’deki Rus işgalinin sona ermesi sebebiyle 1919 yılı son aylarında Rize’ye döndü ve burada davavekilliğine devam ederken tekrar çay yetiştirme çalışmalarına başladı.[10] Bu konudaki çalışma ve deneyimlerini Halkalı Ziraat Mektebi hocalarından Ali Rıza Bey’e ve daha sonra ziraat mühendisi Zihni Bey’e takdim etti. O tarihlerde halk arasında çayın Hudâî nâbit bir bitki olduğu kabul edilip insan eliyle yetişmeyeceğine dair yaygın bir kanaat vardı. Aktardığı tecrübeleri dikkate alınınca Rize’de devlet eliyle çay yetiştirmenin önü açıldı ve 1924’de çıkarılan çay kanunu ile ilgili çalışmalara katkıda bulundu. Hulusi Efendi’nin bu hizmetlerine mukabil Rize merkezdeki ilk çay fabrikasının şeref salonunda büyütülmüş bir fotoğrafı asıldı ve ailesine senede 3 kilo çay gönderilmesine yıllarca devam edildi.[11]

Avukatlığa devam ederken[12] 1924 yılında açılan ve kısa ömürlü olan Rize İmam Hatip Mektebinde ruhiyat ve ahlak hocalığı yaptı. Aynı zamanda Vilayet İdare Heyeti azalığı ve Ziraat Odası reisliğinde bulundu.

Rize’nin önde gelen münevverlerinden olan Hulusi Efendi İstanbul’da yayınlanan yeni eserleri hemşeri ve tanıdıkları yardımıyla temin edip Rize’ye getirtirdi. İskilipli Atıf Efendi tarafından yazılan ve 1924 yılında yayınlanan Frenk Mukallitliği ve Şapka adlı eserden de bir paket kitabı Rize’ye getirtmişti. Daha sonra şapka kanunu çıkınca ve buna karşı meydana gelen hadiselerden biri de 25 Kasım 1925 tarihinde Rize’de meydana gelince gözaltına alınmalar başladı. Bu sırada Hulusi Efendi ile ağabeyi Osman Efendi[13] de gözaltına alındı. Gözaltına alınanlar Rize’ye gelen İstiklal Mahkemesinde yargılandı. Dört gün süren yargılamanın sonunda açıklanan kararla 63 kişiye ceza verildi. Ceza alanlardan 8 kişi idama, 14 kişi on beş sene hapis, 22 kişi on sene hapis, 19 kişi de beş sene hapis cezasına çarptırıldı. Hulusi Efendi ile ağabeyi Osman Efendi de on sene hapis cezasına mahkum edilenler arasında bulunuyordu.[14] Mahkumlar memleketin çeşitli yerlerindeki hapishanelere sevk edilirken bu iki kardeşten biri Edirne’ye diğeri Cebelibereket (Osmaniye/Adana) hapishanesine gönderilmek üzere İstanbul’a sevk edildi. Bir süre İstanbul Hapishâne-i Umûmiyesi’nde tutulan kardeşler Hapishane Hastahanesine müracaat ederek Adana’nın sıcağı ve Edirne’nin soğuğunda yaşayamayacaklarını belirtmişler, yapılan muayene sonunda Hulusi Efendi’nin bünyece hafif bulunduğu gibi evvelce de zatülcenb (akciğer zarı iltihabı) geçirdiğini ifade ettiği, kalp seslerinde dahi bulaşıklık müşahede edildiğinden havası daha mutedil olan İstanbul Hapishanesinde kalmaları münasip olacağı belirtilmişti. Bu talep 20 Ocak 1926 tarihinde Müddeiumumi Ali Necip tarafından tasdik edilince iki kardeş verilen cezayı İstanbul Hapishanesinde çekmeye başladı.[15]

15 Mayıs 1929 tarihine kadar üç buçuk sene İstanbul Hapishanesinde kalan Hulusi Efendi ve ağabeyi Osman Efendi’nin cezaları çıkarılan 1441 numaralı kanuna göre tecil edilerek tahliye edildi. Bu bir af değil ceza ertelemesi idi. Dolayısıyla meslek veya sanat icra etmelerine müsaade edilmiyordu. Bu bakımdan TBMM’e dilekçe vererek mevcut durumun kendilerinin sefalet ve perişanlığına sebep olacağından kalan cezalarının af edilmelerini istediler. Talep, Dilekçe Arzuhal Encümeni’nde görüşülüp muvafık görülünce mahkumiyetlerinin bütün hukuki neticelerine şamil olmak üzere bir kanun teklifi ve layiha hazırlandı ve meclis genel kuruluna gönderildi.[16] Genel kurulda görüşülen teklif kabul edilince Hulusi Efendi ve ağabeyinin kalan cezaları af edilmiş oldu.[17]

Hulusi Efendi 1929 yılında tahliye olduğunda avukatlığa devam edemeyince Rize’deki kütüphanesinde biriktirdiği kitapları İstanbul’a nakletti ve Beyazıt’ta Hakkâklar (şimdiki sahaflar) çarşısı 29 numaralı dükkanda Karadeniz Kitabevi adıyla sahaflığa başladı.[18] Burada ticaretten çok ilmi çalışmalarla meşgul oldu. Zamanın edip ve uleması ile dostluklar kuran Hulusi Efendi için burası bir buluşma ve ilmi sohbetlerin mekânı idi. Dostları arasında İbnülemin Mahmut Kemal, hukukçu ve divan şairi hemşerisi Atıf Efendi, Mevlevi şeyhi Ahmet Remzi Dede, Suud’ul-Mevlevi, Tahiru’l-Mevlevi, Sütlüce Şeyhi Zahir Efendi, Mevlevi Şeyhi Abdülbaki Baykara, Edebiyatçı Baha Kahyaoğlu,[19] Yahya Kemal gibi zatlar da bulunuyordu.

Gazeteci Hasan Çelebi, Hulusi Efendi’nin Yahya Kemal ile tanışıklığını şu şekilde anlatmaktadır:

“Yahya Kemal’i…dünyaya veda edişinden on beş yıl önce tanıdım…Küllük’te gördüm ilk kez, Emin Efendi lokantasının önünde. Varıp yanına elini öptüm; Hulusi Efendi’nin “Lütfedip buyursun, bir kahvemi içsin” biçimindeki dileğini sundum. Baktı, biraz düşündü, “Ben de o yana gitmeyi tasarlıyordum” deyip kalktı…

Hafız Hulusi Karadeniz, Sahaflar Çarşısı’nda kitapçı idi. Uzman diye tanınırdı divan ve Fars yazını üstüne. Orada yarım saat kadar oturan Yahya Kemal tam kalkacaktı ki bir adam göründü kapının ağzında. Sırtta biniş, elde baston, kınalı sakal. “Ooo buyursunlar üstat” denilince girdi içeri oturdu. Etsiz uzun yüzü, üst kesimi uzun gövdesiyle El Greko’nun resimlerindeki ermiş tiplerini anımsatıyordu. Yüz bin kişilik bir kalabalıkta kendine özgü jestleri ve çizgileriyle kolayca seçilebilecek bu ilginç kişi, Yahya Kemal’in çok önceleri “Hezar gıpta o devr-i kadim efendisine/Ne kendi kimseye benzer ne kimse kendisine” ikiliği ile övdüğü İbnül Emin Mahmut Kemal idi.”[20]

Hulusi Efendi’nin Mehmet Akif Ersoy ile de dostlukları bulunmaktaydı. Nitekim Akif’in 19 Haziran 1936 tarihinde eşi İsmet Hanımla birlikte Mısır’dan İstanbul’a dönüşünde Galata rıhtımında kendisini karşılayan ailesi dâhil 12 kişiden biri Hulusi Efendi idi.[21]

İbnülemin Mahmut Kemal Son Asır Türk Şairleri[22] ve Sadeddin Nüzhet Ergun Türk Şairleri adlı eserlerini hazırlarken Rizeli Agâhi Efendi ve oğlu Atıf Efendi hakkındaki bilgileri de muhtemelen Hulusi Efendi’den almışlardı. Nitekim Sadeddin Nüzhet Bey Agâhi Efendi’nin biyografisinin sonunda şöyle bir not koymuştur: “Kitapçı Bay Hulusi diyor ki Agahî’nin şiirleri Fatih yangını esnasında mahvolmuştur.[23]

Cerrahi şeyhi ve sahaf Muzaffer Özak sahaflar çarşısının eski halini anlattığı ve çarşı esnafından bahsettiği bir mülâkatında çarşının nevi şahsına münhasır simalarından Hulusi Efendi hakkında şunları söylemişti:

Hulusi Bey’in dükkanı fakültenin bir şubesi gibiydi. Bütün ekâbir, profesörler, alimler, üniversiteye müntesib olan zevât hep onun dükkânına gelirlerdi. Hoca, pek iş yapmazdı, dükkânı orada vakit geçirmek için açmıştı. Hulusi Bey herkese bir isim takmıştı, bana “kalın molla” derdi. Ekseriya beni çağırır, “Kalın Molla, şuradan bir kitap seç de bir kahve parası çıkaralım” derdi. Ben gider kitaplara bakarım, birkaç kitap seçerim. Kendisine seçtiğim kitapları gösterip “İşte şunları aldım” derim, o da “Ver on lira, ya da ver yirmi lira” der,  o parayı kahve parası yapardı. 

Muzaffer Efendi gençliğinde Hulusi Bey ile arasında geçen bir hatırayı da şöyle anlatmıştı:

Günlerden bir gün, Hulusi Bey yine beni çağırdı. Bir takım kitaplar almış, “Kalın Molla, bu kitapları al” dedi. Kitaplara baktım, güzel kitaplar var, kitapların arasında bir de Hafız Osman hattıyla Delâil-i Hayrat var. Hulusi Bey’e “Hocam bunlar kaç para?” diye sordum. “Punları pen tokuz liraya aldum, sen on iki piçuk lira ver al” dedi. “Bunların arasında yazma bir Delâil var, hem de Hafız Osman’ın” dedim. Hulusi Bey, “Daha pokunuz tereye inmedi, kalkdunuz pize yazma öğretmeye” dedi. Yani sen daha bu işe yeni başladın demek istedi. Kitapları alacağım ama eğer o yazma Delâil-i Hayrat raftan düşüp o kitapların arasına karıştıysa, hırsız gibi olacağım, adım kirlenecek diye korkuyorum. Hulusi Bey benim ikazıma rağmen böyle söyleyince, “E peki öyleyse” dedim ve kitapları on iki buçuk liraya aldım. O yazmayı bizim dellâl Topal Şükrü’ye verdim. Gitti, geldi, “Kırk beş lira veriyorlar, vereyim mi?” dedi. Ben de “ver” dedim. Çünkü bütün kitapların sermayesi on iki buçuk lira idi. Sonradan öğrendim ki meğer seksen beş liraya satmış, kırk lirasını cebine atmış, beş lira da ben bahşiş vermiştim.[24]

Hulusi Efendi İstanbul’a yerleştikten sonra da Rize’den hiçbir zaman kopmamış ve memleketiyle ilgili yazılar kaleme almıştır. Nitekim 1932 yılında Rize Vilayet Gazetesi’nde 4 sayı boyunca “Rize’yi Tanıtıyoruz (Tabii, Beşeri, İktisadi Coğrafyası)” başlıklı bir dizi yazısısı yayınlanmıştır.[25]

Şiire, edebiyata ve tarihe meraklı olan Hulusi Efendi mütercim yönüyle tanınmıştı. Özellikle Farsçayı çok iyi bilmekte ve İran edebiyatına hakkıyla vakıf bulunmaktaydı. Bu bakımdan Mesnevî’den, Divân-ı Kebir’den, Saib-i Tebrizî’den, Kelim-i Hemedânî’den, Örfi Şirazî’den, Bidilî Kaşânî’den, Hindî Feyzi’den birçok tercümeler yapmıştır. Harirî’nin Makamatı’nı dahi Arapça’dan Türkçeye kısmen manzum olarak tercüme etmiş ise de bunları tab ettirememiştir.

Çeşitli kütüphane koleksiyonlarında tespit ettiğimiz Hulusi Efendi’ye ait eserler şunlardır:

  1. Mücevherat-ı Saib-i Tebrizî, İstanbul, 64 s. Büyük şair Saib’in 206 beyti ve bunların tercümesidir. Hulusi Efendi’nin Rize İdadisi kâtibi olduğu dönemde 1331 (1912) tarihinde yayınlanmıştır.
  2.  Mevlananın Yedi Öğüdü, Terceme-i Mecalis-i Seb’a-i Mevlâna, Bozkurt Matbaası, İstanbul 1937, 150 s. 17 Teşrinievvel 1936 da Fatih’te tamamlanan tercüme “Rizeli Hasan Efendi oğlu M. Hulûsi” adıyla yayınlanmıştır.
  3.  Bezm ü Rezm Tercümesi, İstanbul 1935, Aziz b. Erdişir-i Esterebâdi’nin eserinin Hulusi Bey tarafından 2,5-3 sene çalışılarak yapılmış tercümesidir. Rik’a hattıyla 912 sayfadır. Mütercim adı olarak Hasanefendioğullarından Rizeli M. Hulûsi kaydı ve baş sayfada fotoğrafı vardır. Türk Tarih Kurumu Kütüphanesi, Y/0569 numaradadır.[26]

4. Hikemiyat-i Saib, Farsça-Osmanlıca, 1922, rık’a hattıyla 326 sayfadır. Rizeli Hasanefendioğlu Hafız M. Hulusi şeklinde imzalanmıştır. Milli Kütüphane (MK. YZ. A 2126) numarada olup müsvedde nüshadır.

5. Felsefe ve Hikemiyyat-i Örf-i Şirazi, Beyazıt 1925. Rizeli Hasanefendioğullarından M. Hulusi şeklinde imzalanmıştır. Milli Kütüphane (MK. YZ. A. 2071/2) numaradadır.

6. Hikemiyât-ı Kelîm-i Hemâdânî, İstanbul 10 Ağustos 1933. rik’a hattıyla 78 varak halindedir. Rizeli Hasanefendioğlu M. Hulusi adıyla imzalanmıştır. Mütercim “Üsküdar’da Selim Ağa Kütüphanesine naciz bir hediyemdir” kaydını düşmüştür. Süleymaniye Kütüphanesi Yazma Bağışlar 63 numaradadır.  

7. Hikemiyyat-ı Saib-i Tebrizi, İstanbul 1927, 103 varak. Rizeli Hasanefendioğlu M. Hulusi Efendi şeklinde imzalanmıştır. Üzerinde “Koska’da Ragıp Paşa Kütüphanesine nacir bir tuhfedir” kaydı bulunur. Süleymaniye Kütüphanesi Yazma Bağışlar 2068 numaradadır.

8. Felsefe ve Hikemiyyat-ı Kelim Hemedani, İstanbul Şehzadebaşı 1934. Talik hattıyla 81 varaktır. Rizeli Hasanefendioğlu M. Hulusi şeklinde imzalanmıştır. Üzerinde “Ragip Paşa Kütüphanesine nacir bir hediyemdir” kaydı bulunur. Süleymaniye Kütüphanesi Yazma Bağışlar 2067 numaradadır.

9. Hikemîyât-ı Sâ’ib-i Tebrizî, İstanbul 1927. Talik hattı ile olup Hasanefendioğlu Hafız M. Hulusî Rizevî şeklinde imzalanmıştır. Yapı Kredi Sermet Çifter Araştırma Kütüphanesi Türkçe Yazmaları 101 numaradadır.

10. Siyer-i Nebî (sav.), İstanbul. Harekeli nesih hatla 486 varaktır. Hasanefendioğlu şeklinde imzalanmıştır. Yapı Kredi Sermet Çifter Araştırma Kütüphanesi Türkçe Yazmaları 859 numaradadır.

11. Hikemiyât-ı Sâib-i Tebrizî, Osmanlıca, 1927. Rik’a hattı ile 126 sayfadır. Câmi’i ve mütercimi Rizeli Hasanefendioğullarından M. Hulusi adıyla imzalanmıştır. Üzerinde “Bayazid’da Kütüphane-i Umumî’ye tuhfe-i nacizedir” şeklinde not bulunur. Taksim Atatürk Kitaplığı, Osman Ergin Türkçe Yazmaları 130 numaradadır. MK. YZ. A 2126’de bulunan müsvedde nüshanın tebyiz edilmiş halidir.

Hafız Hulusi Efendi’nin Sâib-i Tebrizî’nin şiirlerinden yaptığı tercümelerden 188 beytin 11 Şaban 1352 (29 Kasım 1933) tarihinde Ali Rıza isimli bir zat tarafından yapılmış bir istinsahı Taksim Atatürk Kitaplığı Osman Ergin Türkçe Yazmaları No 986, varak 21-45’de bulunmaktadır.

Soyadı kanunuyla Karadeniz soyadını alan Hulusi Bey 3 Mart 1949 tarihinde vefat etmiş, 4 Mart günü cenazesi Fatih Kıztaşı’ndaki evinden alınarak Fatih Camiine getirilmiş ve Cuma sonrası cenaze namazı kılınarak Edirnekapı Şahitlik’te (Ada 11, müstakıl 8) defnedilmiştir.[27] Zehra Hanımla[28] evli olan Hulusi Efendi’nin Ekrem (1904-1981), Sabiha (1908-1995), Lütfü (1908-1983), Şevket (1910-1980) ve Edibe (1925-2009) adlarında 5 çocuğu vardı. Oğullarından üçü de hukukçuydu.[29]

1929 yılında Hulusi Efendi tarafından kurulan Karadeniz kitabevi onun vefatı üzerine büyük oğlu Ekrem Bey tarafından işletilmeye başlanmış, 1950’deki büyük yangından sonra kısa bir süre Kumkapı civarında faaliyetine devam etmiştir. Daha sonra sahaflar çarşısı aynı yerde yeniden inşa edilince tekrar buraya taşınmış ve faaliyetine 12 numarada devam etmiştir. Ekrem Bey’in de 1981 yılında vefatı üzerine akrabalarından Rize Hemşinli Sabri Bayraktar’in işlettiği Karadeniz Kitabevi 1997 yılında Ekrem Bey’in hanımı tarafından Mehmet Güngör’e devredilmiştir.


[1] Hulusi Efendi’nin Edirnekapı Şehitliği, Ada 11, müstakil 8’de bulunan mezarındaki kitabede doğum tarihi 1865 olarak verilmekle birlikte oğlu Ekrem Karadeniz tarafından daktilo edilmiş iki sayfalık hal tercemesinde 1295 (1879) olarak kaydedilmiştir. Hulusi Efendi’nin biyografisi için detaylı bilgiler ihtiva eden bu metinden bizi haberdar eden Karadeniz Kitabevinin son işletmecisi Mehmet Güngör’e teşekkür ediyorum.

[2] Şair olan Hafız Yusuf Efendi’nin Çamlıhemşin’in Mollaveys köyündendir. 1915 yılında yayınlanmış Kulak Küpesi adlı manzum bir eseri vardır. Sıtkı Can, Rize Şairleri, Giresun 1940, s. 56.

[3] Süleyman Kazmaz, Kazmaz Ailesinden Hatıralar, Ankara 2004, s. 335.

[4] TBMM Arşivi, IM_T3_K063_D140-1_G004_0024-1.

[5] Abdurrahim Gündüz, “Okullarımızı Tanıyalım: Rize Lisesi”, Rize Kültür, Sayı 1, Mart 1958, s. 18.

[6] Melek Öksüz, Trablusgarp Savaşı ve Donanma Cemiyeti’ne Trabzon Vilayetinden Yardımlar, Trabzon 2016, s. 204-205.

[7] Remzi Tozanoğlu, “Hulusi Karadeniz’in Rusya’dan getirdiği çay: Rize Çayı”, Akşam Gazetesi, 15.8.1955; Ali Rıza Saklı, Türk Çayının Dünü ve Bugünü, 2008, s.157-159.

[8] Tekirdağ Büyükşehir Belediyesi’nin internet sayfasında “Eski Başkanlarımız” başlığıyla verilen listede Hafız Hulusi’nin 1915-1920 yıllarında başkanlık yaptığı belirtiliyorsa da bu bilgi hatalıdır.

[9] ATASE Arşivi, ATAZB, 20-25.

[10] Cumhuriyet Gazetesi, 4.8.1967, s. 4.

[11] Ekrem Karadeniz, “Türkiye’ye Çay hangi tarihte nasıl girdi?”, Tarih ve Edebiyat Mecmuası, Yıl 15, sayı 8 (1 Ağustos 1978), s. 63-65.

[12] Türk Ticaret Salnamesi (Birinci Sene 340-341 Senesi), Matbaa-i Ebuzziya, İstanbul, 1340-1341, s. 495.

[13] Rize’nin eğitimli şahsiyetlerinden olan Osman Efendi halk arasında “Şeriyeci Osman Efendi” olarak anılırdı. 1907’de Mekke-i Mükerreme’deki Ayn Zübeyde suyollarının tamiri için yardım toplanırken 12,5 kuruş yardımda bulundu. Rize Mahkeme-i Şeriyye ikinci kâtipliği, daha sonra Asliye Mahkemesi başkâtipliği yaptı. 28 Ekim 1914 tarihinde Hilâl-i Ahmer Cemiyeti Rize Şubesi reisliğine seçildi. Trabzon, sayı 1732 (14 Eylül 1323), s. 1; Kızılay Arşivi, 159-44.

[14] TBMM Arşivi, IM_T3_K063_D140-1 (s. 9-10, 119-121, 130).

[15] TBMM Arşivi, IM_T3_K063_D140-1_G018_0005-0008.

[16] TBMM Zabıt Ceridesi, devre 4, ictima 2 (6.5.1933).

[17] TBMM Zabıt Ceridesi, devre 4, ictima 2 (6.5.1933), s.30-31; “Bir Mahkümiyetin Kaldırılması”, Rize Gazetesi, sayı 91 (11 Mayıs 1933), s. 3.

[18] Ali Birinci, Tarih Uğrunda – Matbuat Âleminde Birkaç Adım, İstanbul 2001, s.160-163; Ali Birinci, “14. asrın trajedisi: Bezm ü Rezm”, Dergâh, sayı: 31, Eylül 1992, s. 9.

[19] Kâmil Büyüker, “İstanbul’da Rize’li Bir Bestekâr, Nazariyetçı ve Sahaf: Ekrem Hulûsi Karadeniz”, Rize Defteri 1, İstanbul 2012, s. 116.

[20] Cumhuriyet Gazetesi, 1.11.1990, s. 2.

[21] Karşılamaya gelenler şu isimlerdi: Büyük kızı Cemile Doğrul, küçük kızı Suad Hanımlarla oğlu Tahir Ersoy, damadı Ömer Rıza Doğrul, şair Midhat Cemal Kuntay, Profesör Ali Nihad Tarlan, Eşref Edib, Kuleli Askeri Lisesi Edebiyat Öğretmeni Tahirü’l-Mevlevî, Sahaflardan Kitabcı Hulusi Bey, Prenses Emine Abbas Halim’in kâhyası, Fuad Şemsi Bey ve o sırada askeri öğrenci olan Rizeli Fethi Tevetoğlu. Ayşe Olgun’[un İbrahim Öztürkçü ile ropörtajı], “Akif’i karşılayanlar sadece 12 kişiydi”, Yeni Şafak Kitap [Eki], 15 Mart 2021, s. 11-12.

[22] İbnülemin Mahmud Kemal İnal, Son Asır Türk Şairleri, İstanbul 1969, c. 1, s. 35-36, 67.

[23] Sadeddin Nüzhet Ergun, Türk Şairleri, İstanbul 1936, c. 1, s. 16, 152.

[24] https://defter-i-ussak.blogspot.com/2018/07/sahaflar-carsisinin-meshur-simalarindan-hulusi-karadeniz.html, Erişim tarihi: 13.04.2021.

[25] Hafız Hulusi, “Rize’yi Tanıtıyoruz (Tabii, Beşeri, İktisadi Coğrafyası)”, Rize, sayı 26, s. 5-6, sayı 27, s. 6, sayı 28, s. 5-6 (Bu yazıda Şevket Hulusi adı kullanılmıştır), sayı 29, s. 5-6 (28 Kanunisani 1932 – 25 Şubat 1932).

[26] Bezm ü Rezm’in tercümesi sebebiyle 19 Ağustos 1936 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde (s.6) Hikmet Turhan Dağlıoğlu imzasıyla geniş sayılabilecek bir değerlendirme yazısı yayınlanmıştır.

[27] Cumhuriyet Gazetesi, 4 Mart 1949, s. 4. Hulusi Efendi’nin çocuklarından Ekrem Karadeniz dışındaki dördü burada defnedilmiştir. Aileden Hulusi Efendi ile birlikte 10 kişinin mezarı buradadır.

[28] Cumhuriyet Gazetesi, 4 Şubat 1968, s. 7.

[29] Lüftü ve Şevket Karadeniz adlı oğulları İstanbul Barosuna kayıtlı avukatlardı.